Bu Blogda Ara

30 Kasım 2017 Perşembe

BESLENMEDE GÜNCEL HABERLER

                                                                                     Prof. Dr. H. Hüsrev HATEMİ

ÇAY
Doğal bir ürün olan çay ve çayın bioaktif polifenol (polyphenolo) maddeleri, bazı araştırmlarda antikanser etkiler göstermiştir.
Bu bioaktif maddeler ‘gallokateşin gallate(gallocatechin gallate) ve theaflavin adlı polifenollerdir.
İn vivo deney ve gözlemlere göre çay ve içindeki polifenol maddeler, sadece antioksidan olmakla kalmayıp, zehirsizlendirme(zehirleri giderme) sistemlerini de etkinleştirmektedir. Ayrıca tümör başlatıcı kök hücre grubunun klonal yayılmasını inhibe ederler.Böylece hücrelerin yapısının bozulduğu ilk evrede(early dysplastic stages) kanse oluşumunun hızını keserler. Polifenol tedavisine ara verilirse, kök hücrelerin bölünerek çoğalması tekrar hızlanır. Polifenollerin bu etkisi, tümör başlatıcı(tumor promoting) genlerin baskılanması ve tümör baskılayıcı(tumor suppressing) genlerin etkinleştirilmesi yolu ile olur.(Sur and Panda.Nutrition.p:43-44.2017)

TATLANDIRICI ALLULOSE(Allüloz)
Bir tatlandırıcı olan d-Allulose(d-Allüloz) früktoz(meyve şekeri) molekülünün C 3 epimeridir. Hayvan deneylerinde şişmanlığa (yağ dokusunun artışına) karşı etkiler göstermiştir. Sağlıklı insanlarda denenmiş ve yağların oksidasyonunu (beslenme sonrası, postprandial dönemde) arttırmaktadır. D-Allulose kullanılan grupta kan şekeri daha düşük bulunmuştur.( Kimura, 2017)

SÜT VE OSTEOPOROZ(Hayvan Deneyi)
Sütten elde edilen antioksidatif peptid, yumurtalıkları çıkartılmış sıçanlarda, kemik dokusundaki gerilemenin (osteopeni ve osteoporoz) hızını azaltmaktadır. Yumurtalıkların çıkartılması, insanlardaki menopoz sonrası döneme benzer bir durumdur. Sütten elde edilen bu peptid, deney hayvanlarında uyluk kemiğinin kalsiyum miktarını artırmış, kemikleri tahrip eden ‘sitokinler’ azalmış ve oksidleyici serbest radikalleri azaltmıştır.(Mada et all ,2017)

AKDENİZ DİYETİ VE KOLOREKTAL KANSER

Dünya üzerinde en yaygın kanserler arasında, kalın bağırsak kanseri 3. Sıradadır. Bütün dünyada görülen vakaların % 60 ı gelişmiş ülkelerde görülür. Batı ülkelerinde işlenmiş eti en fazla tüketen toplumlarda kolon kanseri daha sık görülür. Akdeniz çevresinde yaşayanlarda kanserlerden ölüm oranı birazcık düşüktür. Akdeniz Tipi beslenme (zeytinyağı, domates ve genellikle karotenoidlerce zengin beslenme)zeytinyağının polifenolleri, kırmızı şaraptaki resveratrol, domatesteki lycopen, kanserin moleküler gelişimi üzerine etki eden moleküllerdir.( Farinetti A, Zurlo V, Coppi F, Mattioli AV, Mediterranean diet and colorectal cancer,2017)

 

UYKU APNESİ, İLTİHABI DURUM, HDL-LİPOPROTEİN

Obstrüktif(tıkayıcı) uyku apnesi gösteren erkek ve kadınlarda anlamlı belirleyici olarak bel/boyun çevresi oranı ve fibrinojen düzeyi önde gelmektedir. Bu iki birlikte bulunan özelliği, erkeklerde açlık trigliseridi, sistolik kan basıncı, C-reaktif protein(CRP) bulguları izlemektedir.

Kadınlarda ise diğer birlikte bulunan özellikler(covaridtes):seks hormon bağlayıcı globülin düşüklüğü, HOMA indeksi yüksekliği gibi bulgulardır.(Karadeniz Y ve ark., 2017)

 




22 Kasım 2017 Çarşamba

GESTASYONEL DİYABET VE BESLENME

                                                                                     Arş.Gör.Berrak ERGÜDEN
Gebelikte başlayan ve genellikle doğumla birlikte sonlanan diyabet olarak tanımlanır.
Daha önceden var olan ve gebelikle birlikte artan insülin direnci gestasyonel diyabete neden olur.
Genellikle asemptomatiktir.

Risk Faktörleri;
o    Obezite,
o    Gebelik öncesi insülin direnci varlığı,
o    Bozulmuş glukoz toleransı,
o    Birinci derece akrabalarında diyabet öyküsü

Gebeliğin 24-28. haftaları arasında 50 g glukoz ile tarama testi yapılır. Riskli hastalarda bu süre beklenmemelidir. Birinci saat sonunda kan şekeri > 140 mg/dL ise tanı için ileri test yapılır.
Amerikan Diyabet Cemiyeti (ADA) bu konuda halen 100 g OGTT önermekte, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ise 75 g OGTT yapılmasını işaret etmektedir. DSÖ değerlendirmesine göre 75 g OGTT ile açlık kan şekeri ≥ 126 mg/dL ve ikinci saat tokluk kan şekeri ≥ 200 değerleri bulunursa tanı konulur .
Bu konuda en son açıklanan Uluslararası Diyabet ve Gebelik Çalışma Grupları (IADPSG) kriterlerine göre 24-28. haftalar arasında yapılan 75 g OGTT ile açlık kan şekeri ≥ 92 mg/dL, birinci saat kan şekeri ≥ 180 mg/dL ve ikinci saat kan şekeri ≥ 153 mg/dL değerlerinden en az biri mevcut olması durumunda tanı konulabilmektedir.HbA1c ile tanı konulamamaktadır.
Sıkı glisemi kontrolü sağlamazsa gebelerde gebelik hipertansiyonu; fetusta ise düşük, erken doğum, intrauterin bebek ölümü, fetusta anamoliler ve yenidoğanda makrosomia sıktır.
Peki hedef glikoz düzeyleri nelerdir?
Hedef glisemi açlık glukoz değeri < 95 mg/dL, birinci saat post prandiyal glukoz düzeyi < 140 mg/dL olmalıdır.Doğumla birlikte 1/3 olguda tablo düzelir, kalan 2/3 bireyde bulgular devam eder.
Tedavi:
Tedavide diyet ve egzersiz programının yetmediği durumlarda insülin uygulanır.
·         Günlük diyetin kalorisi: Normal kilolular için 30 kcal/kg/gün, kilolular için 25 kcal/kg/gün ve obezler için 12 kcal/kg/gün kullanılır.   
·         Diyetteki karbonhidrat içeriği %40-45,
·         Protein içeriği 1.1 g/kg/gün olmalıdır. (% 10-20)
·         Yağ oranı % 25-30 olmalıdır. Doymuş yağ oranı düşük tutulmalıdır.
·         İçeriğinde mutlaka omega-3 yağ asidi bulunmalı, takip sırasında folik asit, demir, kalsiyum ve D vitamini takviyesi yapılmalıdır.    
·         Öğle ve akşam yemeklerinin her biri ise günlük total kalori alımının yaklaşık %30’unu sağlayacak şekilde düzenlenmelidir.
·         Geriye kalan kalori ise gün içinde ara öğünler ile alınmalıdır. Günde 3 ana öğün ve 2-4 ara öğün olarak diyet düzenlenir.
·         Daha küçük porsiyonlarda ve sık yemek, öğün sonrası glukoz piklerini azaltarak daha iyi bir doygunluk ve uyum sağlar.
·         Gece açlık ketonemisi engellemek için yatmadan önce bir ara öğün verilmesi gerekebilir.
·         Günlük minimum 30 dakika egzersiz önerilmelidir.


Medikal tedavide plasental geçiş nedeniyle metformin tercih edilmemektedir. Akarboz ve glinidler için yeterli veri bulunmamaktadır. Gestasyonel diyabet tedavisinde bugün için önerilen insülin tedavisidir. Çoğunlukla kristalize ve NPH insülin tercih edilmektedir.

GIDA HATTI DERGİSİ' NDEN HABERLER

                                                                                                Prof. Dr. H. Hüsrev HATEMİ
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Md. Vekili Mesut AKAR, Gıda Hattı Dergisi Nisan 2016 sayısında Türkiye’nin meyve üretim durumu konusunda şu bilgileri vermiştir:
a)202 yılında ülkemizin meyve üretimi 14 milyon ton/yıl iken 2015 yılında 20 milyon tona ulaşmıştır. 2002 yılında Dünyada 12. olan Türkiye, meyve üretimi bakımından 5. sıraya gelmiştir.

b)Dünya Fındık üretiminin % 58’ini, kiraz üretiminin % 20 sini, nar üretiminin % 26 sını Türkiye sağlamaktadır.

17 Kasım 2017 Cuma

BESLENMEDE TUZUN ÖNEMİ

                                                             Prof. Dr. H. Hüsrev HATEMİ
                                                            Arş.Gör.Berrak ERGÜDEN
Sodyum Klorür(tuz) beslenmede önemli bir yere sahiptir. Çünkü tuzun bileşimine giren sodyum da, klor da vücudun başlıca minerallerindendir. Kimyasal maddeler a)anorganik b)organik maddeler olmak üzere iki grupta toplanır. Demir, sodyum, kalsiyum, fosfor gibi maddeler canlıların aracılığıyla oluşmamış maddelerdir. Bunlar ‘’anorganik’’ kimyasal maddelerdir. Vitaminler, karbonhidratlar, yağlar ve proteinler de ‘’organik’’ maddeler başlığı altında toplanırlar.
Sodyum yer kabuğunda nicelik bakımından(en fazla bulunma) altıncı sıradadır.Deniz suyunda erimiş olan maddelerin % 80 ‘ini sodyum klorür oluşturur.
İlk medeniyetlerde ve tarih öncesi devirde bile tuzun önemli bir yeri vardı. Günümüzde de tuz beslenme de önemlidir:
   a)Yemeklere tad ve çeşni vermek için
   b)Bazı gıdaların dokularını yumuşatmak için , bazen de kıvam değiştirmek için
   c)Fazla yoğunlukta tuz, bakterilerin çoğalmasını engellediğinden besinlerin ömrünü uzatmak için de tuz kullanılır.
Hücre dışı sıvılarında en fazla miktarda bulunan mineral maddesi sodyumdur. Klorür için de aynı şey söylenebilir.(sodyum klorür yani sofra tuzu, klor ve sodyum bileşiği olduğundan, klor ve sodyum beslenmede birlikte alınmaktadır.
70 kg ağırlığında bir erkekte 90 gram sodyum vardır. Bu miktarın % 75’i kemiklerin ‘apatit’ bileşimine bulunur. Böbreklerden süzülen sodyumun bir kısmı, idrara verilmeden geri emilir. Vücutta salgılanan Anjiyotensin ve Aldesteron sodyumun geri emilmesini artırır ve sodyum kaybını azaltır.
Sodyum klorürün başlıca atılma yolu idrardır. Dışkı ile çok az miktarda atılır. Terle önemli bir sodyum ve klorür kaybında ancak çok sıcak iklimlerde görülür. İnce bağırsak tipi sulu ishallerde ve özellikle kolerada çok önemli miktarda sodyum kaybı görülür.
Sodyum ile birlikte klor da sodyum klorür(tuz) alınmakla alınır. Fakat sodyum kemiklerin apatit bileşiminde bulunduğu halde, kemik dokusunda klor yoktur. Klor(klorür) hücre içi sıvılarda potasyum ile birliktedir. Hücre dışı sıvılarda sodyum hücre içi sıvılarda potasyum fazla bulunur.
Klor, sindirim faaliyeti için mideden salgılanan klorhidrik asit yapısındadır. Sindirim sisteminin kusma ile seyreden hastalıklarda, kanda klor miktarı önemli derecede düşebilir.
Besinlerde Sodyum ve Klor
Besinlerin birçoğunda sodyum klorür miktarı çok azdır. Özellikle bitkisel kaynaklı besinler, pişirilirken veya hazırlanırken tuz eklenmedikçe çok az tuz içerirler.
Hayvansal besinlerde tuz, bitkisel besinlere göre daha fazla bulunursa da,  hayvansal besinlerde pişirme sırasında veya sofrada eklenmedikçe, tuz bakımından zengin değildir.
Beslenme alışkanlıkları bakımından, bir toplum içinde çeşitli halk grupları içinde günlük sodyum alımı değişimler gösterir. Ülkeler arasında da sodyum klorür alımı çok değişkendir.1990 lı yılların sonuna doğru, deniz ürünleri tüketiminin(balık, deniz yosunu vb.) fazla olduğu Japonya halkının en yüksek düzeyde tuz alan halklardan olduğu biliniyordu.(günde 25 gram üzerinde)
Türkiye’de 1950 li yıllarda, idrarda günlük tuz atımı üzerinden tuz alımı hesaplanır ve günlük tuz alınmasının 9-10 gr/gün olduğu bildirilirdi.
Japonya tuz alınmasındaki yüksekliği 15 grama kadar azaltmayı planlamış ve son 20 yılda planlanan miktara yaklaşılmıştır. Bizde ise beslenme sanayiinin hazır gıdaları ve sofrada tuz eklenme alışkanlığının artmasıyla, günlük tuz alınması 9-10 r/gün değerini çok aşmıştır.
UK(İngiltere) ‘de günlük sodyum alınması 2-10 gr/gün arasındadır.(ortalama 2.6 gr) . Bu rakamlar tuz(sodyum klorür) miktarı değil, sodyum miktarıdır. UK ‘de alınan sodyum ortalama değeri 2,6 gr, bunu tuz karşılığı ise 7.7-10.1 gramdır.
Besinlerdeki sodyum miktarları toplanırsa beslenme ile alınan günlük sodyum miktarı 2 gramın altında bulunur. Buna göre, pişirme sırasında ve sofradaki ekleme, aşırı tuz alınmasının başlıca sebebidir.

Sodyum klorür ağırlığının % 39 u sodyumdur. Günde 10 gr sodyum klorür alan bir kişi 3,9 gram sodyum almış demektir. Bunun aksine de yani alınan sodyumdan sodyum klorürü hesaplamak için, sodyum miktarı 39’a bölünerek 100 ile çarpılır.

6 Kasım 2017 Pazartesi

POLİKİSTİK OVER SENDROMU' NDA BESLENME NASIL OLMALIDIR?

Polikistik over sendromu (PKOS); Santral sinir sistemi, hipofiz, overler, adrenal bezler ve ekstra glandüler dokular arasında etkileşimlerin bozulmasına bağlı olarak, üretken yaşamın herhangi bir döneminde sıklıkla ortaya çıkabilen, kronik seyreden, gelecekte yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilen karmaşık bir hastalıktır.
Kadınlarda sık görülen (%5-10) bu endokrin bozukluk yüksek androjen salınımı ve anormal insülin aktivasyonu ile hastaların %70’inde hirşutizm ve adet düzensizliğine sebep olmaktadır.
PKOS’lu kadınlarda android tip obezite sıkça görülmektedir. Hastalık tanısı konulan zayıf kadınların bile %70’inde android yağ dağılımı vardır. Yağ dokusunun bu dağılımı ile birlikte hiperinsülinemi, glukoz toleransında bozukluk, diabetes mellitus ve androjen yapım hızında artış görülmektedir.
Beslenme tedavisi, egzersiz ve vücut ağırlığı kaybıyla, polikistik tablonun hafiflemesi öngörülürken, bu bireylerin beslenme alışkanlıklarını değiştirmekle ilgili çok fazla metabolik engele takılmaları, tedavinin etkisini azaltmaktadır. Bu engellerden biri obez PKOS’lu kadınlarda bazal ve postprandiyal ghrelin düzeyinin düşük olmasıdır. Ghrelin düzeyindeki farklılıklar vücut ağırlığı, pankreatik ve endokrin işlevler, glukoz metabolizması ve over işlevleri ile ilgili düzensizliklere yol açmaktadır.
Bir diğer engel ise strestir. Stres, kan glukozunu yükseltmekte ve yüksek düzeyde seyreden kortizol, insülin direncini şiddetlendirmektedir. Bu yüzden stres yönetiminin sağlanması büyük önem taşımaktadır.
Beslenme Tedavisi;
PKOS’ta kan glukoz kontrolünün sağlanması için öğün atlanmamalı, özellikle kahvaltıya önem verilmeli ve düzenli öğün (3-4) tüketilmelidir.
Karbonhidratlar; Diyetin karbonhidrat içeriği günlük alınan enerjinin %55-60’ını oluşturmalıdır. Hastalığın derecesine bağlı olarak özellikle obez  PKOS’lu bireylerde enerjinin %40’ını karşılayacak şekilde Gİ düşük karbonhidratlara yer verilmelidir.   Besinlerin glisemik indeksinin düşük olması, insülin direncinin azaltılmasında, dolayısıyla tokluk hissinin oluşması ve acıkmanın gecikmesinde önemli rol oynamaktadır.
Proteinler; Diyetin protein içeriğinin yüksek olması, tokluk sağlarken insülin duyarlılığını arttırmakta üreme ve endokrin işlevleri düzeltmektedir. Ancak yüksek protein içerikli diyetlerin PKOS’ta kullanımına yönelik daha fazla araştırmaya gereksinme vardır.  Günlük alınan enerjinin %15-20’si proteinden sağlanmalıdır.
Yağlar; Diyetin toplam enerjisinin %25-30’u yağdan, bunun %10’undan azı da doymuş yağlardan gelmelidir.   PKOS’lu hastalarda çoklu doymamış yağ asitlerinden zengin omega-3 yağ asidinin ek olarak alınması önerilmektedir.
Diyetteki çoklu doymamış yağ asitlerinin artması insülin direncini azaltarak, kontrolsüz insülin salınımını engellemektedir. Bu da androjen salınımında azalma sağlamaktadır. Günlük alınan enerjinin %2’sinden fazlasının trans yağ asitlerinden gelmesi durumunda infertilite riski arttığından, trans yağ alımından kaçınılmalıdır.
Peki yeni yaklaşımlar;
PKOS’lu kadınlar üzerinde yapılan bir çalışmada, bir grup kadına altı ay boyunca yüksek proteinli (%40 protein, %30 yağ) , ikinci gruba ise standart proteinli diyet (%15 protein, %30 yağ) verilmiştir.Yüksek proteinli diyet tüketenlerde normal proteinli diyet tüketenlere göre anlamlı olarak daha fazla ağırlık ve yağ kaybının olduğu, bel çevresinde azalma ile kan glukozunda düşüş sağlandığı saptanmıştır.
Standart proteinli diyet tüketen grubun testosteron düzeyindeki düşüş, yüksek proteinli diyet tüketen gruba göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur.
Protein ve glukoz alımının hormon düzeyleri üzerine etkisinin karşılaştırıldığı PKOS’lu 28 kadın üzerinde yapılan başka bir çalışmada;kadınlara 75 g glukoz veya 75 g whey protein izolatı verilmiştir. Protein hidrolizatı alan grubun kan glukozu, insülin ve ghrelin düzeylerinin diğer kadınlara göre daha düşük olduğu bulunmuştur. Glukoz alan grupta ise anlamlı bir şekilde hiperinsülinemi oluşmuş ve bunun da kortizol ile dehidroepiandrosteron (DHEA) düzeyini arttırdığı belirlenmiştir.
Sonuç olarak;  Pkos, obezite ve insülin direnci arasında kısır bir döngüdür. Sağlıklı beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzı değişiklikleriyle ağırlık kaybı sağlanmalıdır. Diyet, egzersiz ve davranış değişikliği tedavisi multidisipliner bir ekip tarafından uygulanmalıdır.
                                                                 Beslenme Uzmanı Berrak ERGÜDEN 


Mikrobiyota Tiroid Fonksiyonunu Etkiliyor Mu?

                                                                          Prof.Dr.H.Hüsrev HATEMİ, Öğr.Gör.Berrak BAŞTÜRK Sağlıklı bir bağır...